Haziranı şiirle anlatmıştık geçen hafta bu sütunlarda. Ardından ciddi manada telefonlar aldık; ara sıra böyle şeyler paylaşsana diye.
Kırmayalım, devam edelim şiir tadında:
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin
En azından üç dil
Birisi ana dilin
Elin ayağın kadar senin
Ana sütü gibi tatlı
Ana sütü gibi bedava
Ninniler, masallar, küfürler de caba
Ötekiler yedi kat yabancı
Her kelime arslan ağzında
Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla
Kök sökercesine söküp çıkartacaksın
Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
Her kelime bir kat daha artacaksın
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Canımın içi demesini
Canım ağzıma geldi demesini
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise oradan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi
Rezilliğin dik alası demesini
Ne demesi be
Gümbür gümbür gümbürdemesini becereceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Mernuş
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.
(Bedri Rahmi Eyüboğlu)
Son sözü de Nietzche’ye bırakalım isterseniz. Bakın O nasıl ses veriyor:
Öyle bir hayat yaşıyorum ki, cenneti de gördüm, cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki, tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden, kendime bir sahne buldum oynadım.
Öyle bir rol vermişler ki, okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde, hem kızdım, ham güldüm halime.
Sonra dedim ki, Söz ver kendi kendine.
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin.
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin.
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım.
Öyle çok değerliymiş ki zaman, hep acele etmem bundandı; anladım!