Metin SÖNMEZ


BİZATİHİ TA KENDİSİ

Yaz sıcağı toprağa çekiyordu tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini diyor ya şair... Bu mevsimde her şey daha yalın, herşey daha çıplak…


Yaz sıcağı toprağa çekiyordu teni-min çatlamaya hazır gevrekliğini diyor ya şair... Bu mevsimde her şey daha yalın, herşey daha çıplak… 
Ve adım başı karşınızda enteresanlıklar silsilesi…
Buram buram sıcak, ince ince ter... 
Bir çocuk çalışıyor tarlada; elinde orak, ekin biçiyor. Kafasında sarmaş dolaş kumaş parçaları. Belli ki, güneşten korunmaya çalışıyor. Yüzü yanık, yanıktan esmer, gözleri ışıktan büzülmüş, kaşları gözüne kadar inmiş... Terledikçe yanındaki testiden suyu dikiyor kafasına lıkır lıkır. Dikilip biraz soluklanıyor, geriye kalan biçilecek ekinlere sert bir bakış fırlatıp, yeniden hırslanarak devam ediyor biçmeye. Sonra da yanık bir türkü ile içine atıyor dertlerini; okula gönderilmediğini, kitap okumaya olan merakını, arkadaşlarının ders kitaplarını, okula gidişlerini hatırlıyor. 
Bir çocuk çalışıyor tornada. Eli yüzü yağ pas içinde. Elinin tersiyle siliyor alın terini. Kutsaldı alın teri, paranın diğer adıydı. Okula neden devam etmedi ki. Dinlememişti büyüklerinin sözünü. İlla da çalışacaktı. Alın terinin hakkını alıyor muydu ki, hayır. Ama olsundu, büyük adam olmak için böyle başlamak gereki-yordu. 
Bir çocuk çalışıyor berberde. Yaz tatilinde “sanat” öğrenilmesi istenmişti kendisinden. Berberliği öğrenince sanatçı olacaktı demek ki. Aynayı silmek, yerleri süpürmek, müşterinin yetişemediği omuzlarını fırçalamak başlıca görevleriydi. Ha, bir de ustanın makası nasıl kıvırttığını, tarağı nasıl tuttuğunu gözlemlemek. 
Bir çocuk çalışıyor bilgisayarcıda. Hard diskin nasıl oluştuğunu, monitorun bağlantılarını, öğrenip, belki de üniversi-tede bir bilgisayar mühendisliği bölümüne kapağı atmaktı niyeti. Gözlerini fal taşı gibi açıp ustanın yıldız tornavidayı tutuşunu gözlemliyor usulca. Sonra da eski bir bilgisayarda egzersiz yaparak, başarısını kutluyor kendi kendine. 
Bir çocuk çalışıyor sokakta. Elinde simit tablası bağırıyor avaz avaz. “Taze bunlar!” Bir yandan da önlüğünün cebindeki bozukluklarla oynuyor zevkle. Belli ki para sesi ona güç veriyor. Her avazdan sonra, eli cebine gidiyor: Şıngır şıngır... 
Bir çocuk çalışıyor sokakta. Önünde sandık, elinde fırça sandığa vuruyor takur takur. 
Bir yandan da gelen geçenlerin ayaklarında gözü. Tozlu, kirli ayakkabılar gördükçe daha çok bağırıyor, “Boyayalım abi!” Birkaç merhametli bay ayaklarını uzatıyor önüne. Bazıları üç-beş liranın pazarlığını yapıyor minikle. Boyalı elleri annesinin kınası gibi çıkmıyor elinden. Bir yandan da bağırıyor, “Boyayalım abi!”. 
Bir çocuk sokakta. Bir elinde bidon, diğer elinde bardak o da bağırıyor, “Suuu. Vereyim abii!”. Susayanlara su satıyor. Bidonunda su, suda buz. Soğuktan bidon terlemiş. Yandıkça bidonu yüzüne sürüyor ve kendini uyarıyor. Diğer yandan da bağırıyor, “Suuu!” 
Bir çocuk yüzüyor denizde. 
En lüks otellerin sahillerinde. Nazlı mı nazlı. Yokluk nedir bilmez, kıtlık nedir duymaz. Diğeri ise eğleniyor yaz okulunda. 
İşte yurdum çocuğu; berikiler sahillerde keyifte, ötekiler sokaklarda, tornada, tarlada... Yanıbaşınız yolda, şurada, burada, sağımızda, solumuzda…
Bir yanımız güllik-gülistanlık, diğer yanımız kapkaranlık..
Ve bunlarda benim ülkemin gerçekleri...
Yani hayatın kendisi,
bizatihi ta kendisi...