Metin SÖNMEZ


YAHU BUNUN TÜRKÇESİ NEYDİ?

Ne kadar yazsak ve üzerinde ne kadar konuşsak da yetmiyor... Çünkü, abulukluk yüklü günlerden geçiyoruz...


Ne kadar yazsak ve üzerinde ne kadar konuşsak da yetmiyor... Çünkü, abulukluk yüklü günlerden geçiyoruz...

Toplumsal hatlar kesik...

Aradığımız kişilere bir türlü ulaşılamıyor… Zahir kapsama alanı dışındalar…

Konuşuyoruz ama anlaşamıyoruz işte...

Okulda...

Evde...

İşte...

Alışverişte...

Şurada, burada...

Gazetelerde....

Televizyonlarda...

Dahası aklınıza neresi gelirse, yani memleketin herhangi bir mekânında sanki sihirli bir el Türkçe’nin katline hükmetmiş...

Karşımızda öbek öbek saçmalıklar silsilesini yaşamak zorunda bırakılıyoruz…

Nereden nereye diye düşünüyoruz pek tabii olarak...

Bakınız, yüzyıllar öncesinden tarihe düşülen bir not...

Bir ahî grubundan, kendisini neşelendiren bir haber aldı Yunus. Söylediklerine göre; Karamanoğlu Mehmet Bey, Konya'da idareyi ele almış ve hemen tellâl çağırtmış ve o tarihten sonra, ki güzel bir bahar günüymüş; dükkânda, dergâhta, bergâhta, hülâsa her yerde, Türkçe'den başka bir dil konuşulmayacağını emretmiş!

Yunus; "Hay Allah'ım, yüce Allah'ım,” dedi kendi kendine, “Bu güzel dile sahip çıkan bir bey oldu nihayet!... Dilerim bundan böyle Türkçe'nin önü açık olur, zenginleşerek, daha bir güzelleşerek, ta kıyamete dek, devam eder gider."

Sahi, kıyamete kadar gider mi bu kafayla bilinmez ama bir bilen ne demiş ona kulak verelim:

Öğrenciler bir gün hocalarına sorarlar:

- Eğer elinizde ülkenin işlerini düzeltecek bir kudret ve olanak bulunsaydı, işe nereden başlardınız?

Hoca, düşünmeden şu yanıtı verir:

- Dilin doğru kullanılmasına çalışırdım.

Öğrenciler, hocalarının yüzüne şaşkın şaşkın bakarlar:

- Fakat bu küçük bir şey. Niçin çok önemli olduğunu söylüyorsunuz?

Bilge hoca başını sallar ve şöyle devam eder:

- Eğer dil doğru kullanılmazsa, ağızdan çıkan sözcükler ifade edilmek istenen şeyleri vermez. Söylenen sözler ve kullanılan sözcükler ifade edilmek istenen amacı anlatamayınca da, yapılması gereken işler yapılamaz. Yapılması gereken işler yapılamayınca da, ahlâk ve sanat soysuzlaşır. Ahlâk ve sanat soysuzlaşınca da adaletsizlik başlar. Bu durumda halk ne yapacağını bilemez ve çaresizlik içinde bocalar, durur...

Bu yorumun üzerine tek satır söz ilave etmenin hafiliğine düşmeyelim.

Ya biz ne yapıyoruz?

Yabancı kelimelerle yüklü iki kelam etme hafifliğinin üzerine, “Yahu bunun Türkçesi neydi” deme basitliğinin farkına varmadan adam olduk zannına kapılıyoruz...

Kimse kimseyi aldatmasın, kandırmasın...

Herkes aynanın karşısına geçsin baksın...

100-200 kelime dağarcığıyla kendimizi ifade edemiyoruz işte...  Sonra da kalkıp ahkâm kesiyoruz..

Daha da hazin olan nokta ise, Türkçe’yi bilmeden, yabancı dil öğrenmeye yelteniyoruz. Söylenecek çok şey var ama, benden buraya kadar.