Dilara ATEŞ


UNUTULANLARI HATIRLATALIM

Bu yazımda bir yerde okuduğum bir hikâyeden bahsetmek istiyorum.


Bu yazımda bir yerde okuduğum bir hikâyeden bahsetmek istiyorum. 

Ancak bu hikâyeden kendi payınıza da çıkaracak derslerin olduğunu unutmayın!

Hem de hayatın her alanı için. 

Ne demek istediğimi yazının sonunda paylaşacağım sizinle, ama önce bu güzel hikâyeyi hiç değiştirmeden sizlerle paylaşmak istiyorum. 

 

Günlerden bir gün, zamanın ünlü bir bilgesi hükümdarın sarayının kapısına gider.

Muhafızların hiçbirisi saygıları nedeniyle onu durdurmaya çalışmazlar. 

Bilge, sonunda hükümdarın tahtında oturduğu odaya gider. 

Ziyaretçisini hemen tanıyan kral saygıyla ayağa kalkıp sorar:

Ne istiyorsun? Sana nasıl yardımcı olabilirim?

Bilge yanıt verir: “Bu handa uyuyacak bir yer istiyorum.”

Kral hafif kızgınlıkla “burası han değil, benim sarayım.” Cevabını verir. 

Bilge, kralın bu kızgınlığının ardına şu soruyu sorar: senden önce bu sarayda kim yaşıyordu?

Babam. Ama o öldü. 

Ondan önce kim yaşıyordu?

Büyükbabam. O da öldü. 

Bu diyaloğun ardına bilge hafif bir tebessümle: 

“O zaman burası insanların kısa bir süreliğine gelip kaldığı, sonra da terk edip gittiği bir yer.

Neden ona han demeyeyim? Cevabını verir. 

 

Yukarıda bahsetmiş olduğum hikâye aslında hayatı gerçekliğiyle anlatıyor.

Bilgenin hikâyede vermek istediği mesaj gibi. 

Hangimiz bir kar tanesi değil ki… Herkes bir bir eriyip gidecek, kalırsa bir hikâye kalacak ardımızda… 

O da zamanla unutulup gidecek!

Kısacası yeryüzü ve gökyüzü bütün insanlığındır. Geliniyor, yaşanıyor ve çekip gidiliyor. 

Hepsi bu kadar…